Basri Zilabid Çalışkan
1967 yılında Mevlâna şehrinde doğan Ahmet Köseoğlu Türkiye Yazarlar Birliği üyesi ve Konya şube başkanıdır. Fotoğraflarla Geçmişte Konya, Medeniyetlerin Kavşak Noktasında Konya, Gönüllerin Başkenti Konya, Minyatürlerle Nasrettin Hoca, Konya’da Kültür ve Hayat, Kendini Koruyan Şehir, Eskimeyen Niğde ve Âlem Dönüyor – Minyatürlerle Mevlevihaneler’den (A. Ülker Erke ile birlikte) başlıklı yapıtlarından sonra Kendini Arayan Şehir’le karşımıza çıkıyor.
Ahmet Köseoğlu Kendini Arayan Şehir Çizgi Yay., Konya 2022 Boyut: 16 x 24 cm, 212 sayfa |
Yazar, şehir seyahatlerinden sonra kaleme alıp çeşitli dergilerde yayınladığı yolculuk notlarını güzel bir tasnife tabi tutarak ve tekrar gözden geçirerek okuyucunun ilgisine sunuyor. Kudüs, Şam, Konya, Urfa, Bursa gibi ‘gökte yapılan şehirler’; Üsküp, Kütahya, Amasya gibi ‘ümran şehirler’ ve İznik, Ereğli gibi ‘şehirden uzakta şehre yakın’ olanlar olarak üçe ayırdığı şehirleri o şehri bilen yol arkadaşlarının rehberliği ile adımlıyor. Renkli ve siyah beyaz tarihi fotoğraflarla süslenen eserde, yazar duygularını şöyle ifade ediyor: “Dilini, sesini, rengini, mazisini, efsanesini, tarihe tanıklığını, binlerce yıllık ruhaniyetini merak ettim o güzel şehirlerin. Taşlara sinmiş seslere kulak verdim, çeşmelerin sulara öğrettiği şarkıları dinledim. Yaz sıcağında bir mabedin serin gölgesinde aradım ruhumdaki şehrin kapılarını.”
Üsküp deyince Yahya Kemal, Bursa deyince üniversiteden talebesi Ahmet Hamdi Tanpınar akla gelir.
Üsküp ki Şar Dağı’nda devamıydı Bursa’nın
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın
derken Yahya Kemal’in “Kaybolan Şehir” tanımlamasına yazarımız katılmaz ve “Kaybolmayan Şehir” olarak vasıflar Üsküp’ü. Halen ayakta olan camileri, hamamları, köprüsü, hanları ve çarşısıyla gerçekten her ziyaretçisine “daha kaybolmadım” der gibidir.
Tarih kokmak isterseniz “tarih kokulu şehre”, Bursa’ya gitmelisiniz. Burada Tanpınar’ı anmadan geçemeyiz:
Bursa’da bir eski cami avlusu
Küçük şadırvanda şakırdayan su,
Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü.
Peki, Evliya’mızın Kütahyalı olduğunu bilir miydiniz? Evet, kendisi her ne kadar İstanbul’da doğmuş olsa da ataları Germiyanoğlu’nun çinili şehrindendir. Çinileri ile dünyaca meşhur olan bu şehrimiz için Evliya “Anadolu’da Türkistan vilâyetidir” hükmünü vermiş.
Tarihin kucağındaki şehir – Aksaray için yazarımızın güzel bir teklifi var. Kapadokya krallığı içinde bulunan Aksaray, Kapadokya turizm bölgesinde gösterilmeli ve bu imkânlardan yararlanmalı.Adı bizim Plevneyle özdeşleşen ama asıl Tokatlı olan Gazi Osman Paşa’nın memleketi hakkında Hacı Bektaş Veli “Tokat, âlimler, fazıllar yurdu, şairler yatağı…” buyurmuş. Yazarımız 900 adımda 900 yıllık tarih dediği Tokat’ın Şehir Müzesi’ne hayran kalmış, keşke Konya’da da olsa denecek kadarmış.
Yeşilırmaklı, şehzadeli Amasya, kuvâ-yi milliye ruhlu Balıkesir, Eşrefoğlu Rumîli İznik. Kim dost yoluna terk-i cân ider / Dost ona didarını ihsân ider…
Yazar seyahat kitabını “Azı karar çoğu zarar” denilen tuz şehri Kulu ve Gines rekorlar kitabına giren Karayel gibi rüzgâr atlar yetiştiren şehir Konya Ereğlisi ile tamamlıyor.
Numan Aydınoğlu Bir Bahar Günü Sofya’da Nazım Hikmet’in Bulgaristan Günleri İnkılâp yay., İstanbul 2022 Boyut: 13,5 x 21,5 cm; 182 sayfa |
***
Filibe’nin yürüyüş caddesine yahut Sofya’nın Vitoşka’sına çıksanız ve rastgele birisini durdurup sorsanız:
“Tanıdığınız en meşhur Türk şairi kimdir?” diye, çok büyük olasılıkla “Nazım Hikmet” cevabını alırsınız.
Evet, Nazım Hikmet Bulgaristan’ın komünizmle idare edildiği dönemde devlet kabulüne mazhar olmuş, 1951 ve 1957’de Bulgaristan’ı ziyaret etmiş, özellikle 1951’deki ilk gelişi büyük sansasyonel yankı yaratmıştır. Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde halka hitap etmesi sağlanarak komünist idare lehinde, Türkiye yönetimi aleyhinde ve göç edilmemesi yönünde propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Nazım Hikmet’in eserleri Sofya’da hem Türkçe olarak hem de Bulgarcaya tercüme edilerek devlet yayınevi tarafından basılmıştır.
1953 Mardin doğumlu yazar Numan Aydınoğlu’nu Şam’da Bir Mardinli, Sayılmayanlar, Nail’i Bırakamam ve Rencide Gölgeler Sokağı romanları ile İdil ve İdil II şiir kitaplarından sonra Nazım Hikmet’in Bulgaristan Günleri’ni yazmaya iten sâik benim de şahsen tanıdığım ve beraber çalışma mutluluğuna eriştiğim merhum İsmail Cambazovla tanışması ve herkesi büyüleyen o anlatış üslubuna yenik düşmesidir. Sayın Aydınoğlu iyi ki, Cambazov ile karşılaşmış, iyi ki bu kitabı onun hatıraları ile süslemiş ve böylece Nazım Hikmet külliyatına yeni bir pencere açmıştır. 1876 Bulgar isyanı ile hikâyeyi anlatmaya başlamış olması son derece doğru bir hareket noktası ittihaz edildiğini göstermektedir. 93 Harbi ve Balkan Savaşları’nda acılarla yoğrulan Bulgaristan Türkleri komünist devrimin ilk yıllarında yalancı bir bahar yaşamışlarsa da Nazım Hikmet’in de bizzat 1957 yılındaki ziyaretinde müşahede ettiği üzere sonuç bir hüsran ve hayal kırıklığından başkası olmamıştır.
1951’deki ziyaretinde Bulgaristan Türk halkı, Nazım Hikmet’i bir “Türk”, özgürlük ve adalet savunucusu olarak bağrına basmış fakat “Türkiye’ye göç etmeyin” çağrısına kulaklarını kapamıştır. Yazarın şu cümleleri çok değerlidir:
“Nazım, Bulgaristan Türklerinin uzun yıllardır çektiği çilelerin devrimle birlikte sona ermiş olduğunu düşünüyor ve bu nedenle de insanların böyle bir ülkeyi terk ederek Türkiye gibi kendisini Amerikan faşizmine teslim etmiş Menderes hükümetinin yönettiği bir ülkeye gitmelerine bir anlam veremiyordu.” (s. 92)
Nazım Hikmet komünist fikirleri sebebiyle İsmet İnönü döneminde 1938 yılında hapse mahkum edilmiş ve Menderes iktidarına kadar aslında 12 yıl cezaevinde kalmıştı. Menderes affıyla serbest kalan şair hayatını yine de tehlikede gördüğünden Moskova’ya sığınır. Yazar Numan Aydınoğlu, Nazım Hikmet’in 13 yıl yaşadığı ve ömrünü tamamladığı Moskova yıllarını şöyle özetliyor:
“Nâzım neredeyse her gün yeni bir olayla karşılaşıyor ve o çok sevdiği, romantik duygular ile âşık olduğu komünizm fikrinden yeni bir darbe yiyordu. Aslında darbeyi vuranın düşündüğü ve inandığı fikirler olmadığını, sorunun uygulayanlarda olduğunu da çok iyi biliyordu. Yaşanan bu çılgınlığa çare bulamayacağını da artık anlamıştı. Birlikte olduğu arkadaşları, halkın iktidarı, halkların eşitliği, adil paylaşım, hakça yaşam sloganıyla çıktıkları yolda yeni bir diktatörlük oluşturmuşlar ve kendisine de üstü örtülü, tecrit edilmiş bir yaşam uygun görmüşlerdi.” (s. 147)
Nazım Hikmet, memleket hasretini dile getirdiği en güzel şiirlerinden birkaçını Bulgaristan’ın Karadeniz sahilinde yazmıştır. Balçık’ta 1 Temmuz 1957 günü kaleme aldığı Mavi Liman şiiriyle veda ediyoruz:
Çok yorgunum beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Kubbeli, çınarlı mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın…