Mengelez

Murat Tuncel

Daha karıncalar uyanmadan vardı tarlaya Hüsniye. Alaca karanlıkta keten saplarıyla elleri buluşur bulaşmaz kolları mekik gibi ileri geri çalışmaya başladı. Bir hamlede, yolduğu evleği başa çıktı. Güneş doğmadan bir evlek daha çıkmak istiyordu. Hızlı adımlarla vardı tarlanın altbaşına. Yeni evleğe başlarken:

Bugün keten sökümünü bitirmeliyim. Konu komşu keteni kaldıralı günler oldu. Hatta herkes buğdayları bile taşıdı harmana biz daha keten sökümünü bitiremedik.”

Açtı, midesi açlıktan guruldamaya başlamıştı ama onun buna aldırdığı yoktu. İkinci evleği bitirmek üzereyken kasığından karın boşluğuna doğru bir sancı tırmandı. Bir anda sızıya dönüşen sancı tüm bedenini kapladı. Korktu. O korkuyla acele acele birkaç kez derin derin nefes aldı. Fakat şimdiye kadar hiç tanımadığı sancı azalacağına çoğaldı.Yavaşça serin toprağa oturdu. Epey bir süre dinlendi. Ağrısı biraz da olsa hafifleyince yeniden işe koyuldu. Ellerinin destelediği keten saplarını ustaca söküp aldı toprağın döşünden. İlk desteyi yapıp kenara atarken biraz önce yarım kalan konuşmasını devam ettirircesine:

Sadettin, makineyle yolduralım dedi, ama makinenin yolduğu da has olmuyor ki… Makineyle yolunan ketenin burması başka, elle sökülen ketenin burması başka. Elle yolunan ketenin burması gelin saçı gibi parıl parıl parlar ama makinenin ki öyle mi ? Hem makinenin yolduğu ketenin beti bereketi de olmuyor.”

Kasığındaki ağrı yeniden şimşek hızıyla karın boşluğunu dolaşmaya başlayınca yeniden ve uzun süre dinlenmesi gerektiğini anladı. Olduğu yerde çömeldi. Bir keten sapını aldı. Ucunda mavi çiçeklerinin tam ortasındaki tohumları gördü. İçinden “Keten sökümü güç ki, ne güç bir iştir. Ellerimiz kan içinde kalır, avuçlarımız nasır bağlar. Parmaklarımızın derisi soyulur. Ama biz onun ekiminden yine de vazgeçemeyiz. Nasıl vazgeçeriz ki; keten toprak kokar… Toprak kokusu da bizim için taze ekmek kokusu gibidir. İkisinden de vazgeçemeyiz. Sonra elleri toprak kokmayan köylü mü olur?”diye geçirdi. Eliyle kasığını yokladı, hâlâ ağrısı aynı şiddetteydi. Parmaklarıyla kasığını yoklamasından hemen sonra sancılı ağrı daha da şiddetlendi. Hüsniye oturduğu yerde kıvranırken elini ağrıyan yerin üzerine daha da güçlü bir şekilde bastırdı. Acıyla büzüşen dudaklarının arasından çıkan çığlık gibi bir sesle, “Bu ağrıyla bugün çalışamanın tadı yok” diye söylendi. Güneşin doğudaki tepeler arkasından altın başını gösterişini izleyerek ağrısının biraz da olsa azalmasını bekledi. Yeniden işe başladığı sırada bedenini güneş ısıtmaya başlamıştı. Yüzünü güneşe doğru çevirip gökyüzüne bakarak:

Belli öğlende sıcak kötü bastıracak. Güneşin sıcağı insanın beynini kaynatırken çalışmak zor olacak. Keşke şu sancı yakamı bıraksa da sıcak bastırıncaya kadar doyasıya çalışsam.”

Ağrısı epeyce azalıp üçüncü evleğe başlamasının sevinciyle tarlayı çevreleyen ağaçlara, karşı yamaçta keten söken imece kızlara, iki yamaç arasında ince bir çağıltıyla akan dereye baktı. Ağır aksak da olsa çalışmanın verdiği mutlulukla gözlerinin içi gülümserken:

Ağrı mağrı dinlemem. Öleceğimi bilsem de bugün keten sökümünü bitireceğim. Keten sökümü bitmeden doktora moktora da gidesi değilim. Doktor ne yapacak ki? Belki de bir iki iğne verecek onu da yaptıracak adam bulamayacağız. Hem sonra köylü kadını bu ağrılara aldıracak kadar düşkünlenmemeli. İş bitmeden köylüye rahatlık yakışır mı ? Zaten hasat bitip, ürün satılmadıkça doktora verecek paramız da olmaz. Bilirim keten zor üründür. Zorluklara katlanmadan keten elde edilmez ki? Ketenin zoru, ne pirinçte, ne de pamukta vardır. En uzun ömürlü üründür keten. Her şeyi insandan bekler, dinlenmiş toprak ister, ilaç ister, gübre ister. Çok da nazlıdır kızcağızım. Sevilmek, okşanmak ister. Hakkını korumasını da bilmez namussuz. Yabanıl otlara hiç karşı koyamaz. Onları da insanlar ayıklasın ister. Ama her şeye karşın kış boyunca güller, kekikler, kır çiçekleri, ağaçlar, çimenler uyurken, keten uyumaz. Kar kalkar kalkmaz da çimlerinin yeşili içimizi ısıtır, yüreğimize esenlik doldurur. İlk yazda toprak uyanmaya başlar başlamaz da maviş maviş çiçekleriyle gönlümüzü şenlendiren de ketendir. Hele yerini severse keyfine diyecek olmaz. Yel vurdukça oynaşan maviş çiçekleri bakanlara gülücükler gönderir. Zengin takımının çocuğuna benzer, rüzgâr esmeden üşür ama üzüntüsünü belli etmez. Güneş kızışmasından kavrulsa da çiçeklerini dökmez zamanından evvel. Ama ağustos sıcağı bastırmadan toprağın bağrından söküp almazsan ele avuca da gelmez. Nazlıdır, bir yıl hizmet ister, ama ne biz ondan, ne de o bizden vazgeçemeyiz işte.”

Hüsniye böyle kendi kendine konuşurken de kolu durmadan ileri geri çalışıyordu. Kolu çalışırken de durmadan konuşuyordu. İki işi de öylesine eğlenceli ve uyumlu yapıyordu ki, ona bakanlar hiç bir derdi yokmuş sanırlardı. O gün söylediklerinin hepsi keten üstüneydi. Arada bir konuşmaya ara vermekten ve yeniden başlamaktan da gizli bir haz duyuyor, sık sık da bu ara verme oyununu tekrarlıyordu. Yine öyle bir aradan sonra:

Çok da hınzırdır keten? Keşke tarladan sökmekle işi bitse, onu öpüp başımıza koyarız. Söküm biter tohumunu ayırırız. O iş biter, gevremesi için sapını suya koymak gerek. Kış soğukları başlamadan gelecek yıl için tohumlarını ekmek gerek.Tarlalardaki iş bitince de gevremiş sapı ile çöpünün ayrılması için mengelezin başına geçeriz. Lifiyle özünü birbirinden ayırınca da lifleri yeni gelin saçı gibi örmek gerekir ki alıcının gözünü doldursun. İşi bitmez ama, yüreğimize de öylesine yer etmiştir ki; Ne biz onsuz, ne de o bizsiz olur.”

Güneş birkaç adam boyu yüksetmişti ki, kasığındaki ağrı bir kez daha kasığından yukarılara tırmandı. Kısa zamanda tüm bedenini sardı. Ağrıdan bir süre kıpırdayamadı. Öyle ayakta ağrının geçmesini bekledi. Ağrı azıcık mayınlayınca da toprağın üzerine çömeldi. Uzun zaman dinlendi. Ağrısı hayli azalınca da yeniden taze bir güçle işekoyuldu.

Bunca yıldır eğilerek yüzükoyun çalıştığı için sırtı hafif kamburlaşmış, genç kızlığında diri olan gögüsleri sallana sallana pörsümüştü. Gençliğindeki güzel vücudunun şekli değişmiş, suratındaki çizgiler derinleşmişti. Nasırlaşmış elleri, erkek eli gibi iri ve kemikliydi. Onun bütün bunlara aldırdığı da, hanımlar gibi görünmeye de hevesi yoktu. Ne ellerinin güzelliğini, ne de göğüslerinin diriliğini istiyordu. Onun tek tutkusu sarıştığı toprağın da kendisini sıcacık kollarıyla sarıp sarmalamasıydı.

Esmeye yeni başlayan geç kalmış sabah yeli içine doldukça canlanıyor, gönlündeki sevinç kabardıkça kabarıyordu. Yeni bir evleğe başlarken, ta gelin olduğu günleri anımsadı. O günlerden usunda kalan bir türkü dudaklarına dolandı. Topraktan söküp, arka arkaya sıraladığı keten destelerine bakarak, ince ve tiz bir sesle:

Keten bezim tarakta

Bir yar sevdim ırakta,

Olursa ırak olsun,

Sevdası var yürekte.

Türkünün birinci kıtasının sona ermesiyle şimdi çok uzaklardaki o gelin olduğu günü düşündü. Gülümsedi. Türküsünün öteki kıtalarını da söylerken karşı ki yamaçtaki imeci kızlar onun sesini duyunca, toplu olarak aynı türküyü söylemeye başladılar. Onların sesini duyan Hüsniye’nin dudaklarında toprak kokusu kadar sıcak bir gülümseme belirdi. Kızların birlikte söyledikleri türkü, masmavi göğün yedinci katına yükseliyordu sanki. Türkünün bitişiyle, kızlar yeni bir türküye, Hüsniye de bir başka iç söyleşisine başladı :

Benim güzel ketenim, sana hınzır dediysem sakın üzülme ! Yaz- kış birlikteyiz. Sensiz, uzun kış gecelerimiz bitmek bilir mi ? Senin destelerini avluya yığıp, mengelezin başına geçince çarçabuk sabah olur. Desteni alıp, mengelezin ağzına yerleştirince eti sıkılan çocuklar gibi çığlık atmaya başlarsın. Mengelezin ağzında kırılan çöplerin, liflerinden ayrılır. Kolunu hareket ettirince, mengelez bülbül olup şakımaya başlar. O şakıdıkça, çöplerinden ayrılan liflerin tel tel olur. Biz geceyle yarışırken, avludan avluya komşularla söyleşiriz. Kış boyunca seninle uğraşırız… Uğraşırken çoğu kez günlerimizin, gecelerimizin nasıl geçtiğini bile anlayamayız. Yorulup uyurken, komşuların çalıştırdığı mengelezin sesi, kuşların çağırdığı türkü gibi gelir bize. Bunca zorun var, zor ürünüsün, biz de senin gönüllü işçileriniziz ama, hiç de yabana atılacak ürün değilsin; Çöpün para, lifin para, tohumun para, özün para, kökün bile para… Çok zorluk çekeriz seni elde etmek için ama bize sen öğretirsin toprakla zorlu didişmeyi, cebelleşmeyi, kavgayı, durulmayı, onun ötesinde düşünmeyi, sabırlı olmayı. Hepsini senden öğreniriz. Bilesin ki, sen de bizim vazgeçilmezimizsin.”

Kuşluk zamanı oğlu Erhan’ın getirdiği yiyeceklerle karnını doyurdu. Toprak testiden kana kana su içti. Sıcaktan korunmak için keten saplarından bir taç yapıp kafasına yerleştirdi. Tazelenmiş güçle, yeniden toprağın ciğerine elini uzatmaya, ketenleri köküyle söküp almaya başladı. Evlekler bir bir biterken, sıcak iyice bastırmıştı. Birden Hüsniye’nin kasığındaki ağrı şimşekledi. Ağrı kısa zamanda dayanılmaz bir sancıya dönüştü ve gittikçe şiddeti arttı. Tüm bedenini bir titreme sardı önce, sonra serilip kaldı toprağın üstüne öylece…

Ne yapacağını şaşıran oğlu Erhan, kapandı anasının üzerine, sarstı. Bir şey yapamayacağını anlayınca ağlayarak köye kadar koştu. Haber verdi babasına. Babası Saadettin “onyedili” diye adlandırdığı emektar traktörüyle tarlaya geldi. Alıp götürdü anasını kasabaya. Doktor, patlayan apandisitini temizlerken, son kopardığı keten sapları sıkılı avucunun içindeydi Hüsniye’nin.

……

Author: nevka