Harun Bekir
XIII. yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya gelen dervişlerden biri olan Hacı Bektaş-ı Veli, döneminin önde gelen kişilerindendir. Onun doğumu, ölümü, kim tarafından eğitildiği, eserleri ve Anadolu’ya tam olarak hangi tarihte geldiğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır.
Bektaşîlik tarikatının teşekkülünde, öteden beri önemli bir yeri olduğu kabul edilen Hacı Bektaş-ı Veli için söylenenlerin çoğu onun hayatı, kerameti ve öğretisini ele alan Hacı Bektaş-ı Veli Vilâyetnamesi’ne dayanmaktadır. Bu bakımdan, hayatı ile ilgili söylenenler, menakıpnameler ve dolaylı belgelerden edinilen rivayetlere dayalı bilgilerdir. Bunun doğal bir sonucu olarak kökeni, doğum ve ölüm tarihleri, hayatı, etrafında toplananlar, fikirleri, zihniyeti ve eserleri konusunda birbirinden farklı iddialar ileri sürülmüş, araştırmacılar ihtilâfa düşerek birbirinden farklı bilgiler vermişlerdir.
Hacı Bektaş-ı Veli hakkında bilgi veren kaynaklar, onun yaşadığı dönemden çok sonraları yazılmış eserlerdir. Bu eserlerden ilki 14. yüzyılın ünlü sufilerinden Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin, Menakıbü’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye adlı eseridir. Hacı Bektaş-ı Veli’yi yalnızca isim olarak zikreden Elvan Çelebi, 1240 yılında Selçuklu’ya karşı Babaî İsyanı olarak bilinen hareketi gerçekleştiren ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin de şeyhi olarak bilinen Vefaî şeyhi Baba İlyas-ı Horasanî’nin torunudur. Eser ilk defa Hacı Bektaş-ı Veli’den söz etmesi ve Babaî İsyanı hakkında bilgiler içermesi bakımından önemlidir.
Hacı Bektaş-ı Veli hakkında bilgi içeren ikinci eser, 14. yüzyılda Mevlânâ Celaleddin-i Rumî’nin torunu Ulu Arif Çelebi’nin emriyle, Ahmed Eflakî adlı bir Mevlevî tarafından kaleme alınan Menâkıbü’l-Ârifîn isimli Farsça eserdir. Söz konusu eserde aktarılan bir hikâyede Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Baba Resul’ün has halifelerinden olduğu, marifetle dolu ve aydın bir kalbi olmasına rağmen şeriata uymadığından ve Mevlâna ile iyi geçinmediğinden söz edilmiştir.
- yüzyılın son çeyreği içinde kaleme alındığı düşünülen ve eldeki en eski nüshası 1624 yılında bulunan, Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli veya Vilâyetname olarak bilinen eser, bizzat Hacı Bektaş-ı Veli hakkındaki rivayetleri aktarmaktadır. Öyle ki bugün Hacı Bektaş-ı Veli hakkında edindiğimiz bilgilerin çoğu bu esere dayandırılmaktadır.
Bir diğer kaynak, 16. yüzyılın başlarında Âşık Paşazade tarafından yazılan, Âşık Paşazade Tarihi olarak da bilinen, Tevarih-i Âl-i Osman adlı eserdir. Bu eserden Hacı Bektaş-ı Veli’nin kardeşi Menteş ile Horasan’dan gelerek, 1240 yılındaki Babaî ayaklanmasının öncüsü Baba İlyas’ın yanında yerlerini aldıklarını öğreniyoruz. Hacı Bektaş-ı Veli’yi tarikatı ve müritleri olmayan kendinden geçmiş bir meczup olarak ele alır.
Hacı Bektaş-ı Veli’yi anlatan bu eserlerin dışında, başlangıcından Kanuni dönemine kadar Osmanlı bilginlerini, ünlü müderrisleri ve tasavvuf büyüklerini konu edinen Taşköprülüzade Ahmed’in, Eş-Şakâyıku’n-Numâniyye adlı eseri 16. yüzyılda değişik bir biyografi kaynağı özelliği taşır.
Yine Lokmanî Dede tarafından 1504 yılında, Risale-i Sipehsalar ile Menâkıbu’l-Ârifîn adındaki eserlerin bazı ekleme ve çıkarmalarla mesnevi şeklinde Türkçeye çevrilmesiyle meydana getirilen Menakıb-ı Mevlâna adlı eserde de, Hacı Bektaş-ı Veli’den övgüyle söz edilir.
Tüm bu eserler ve araştırmacıların tespitlerinden hareketle, Hacı Bektaş-ı Veli’nin XIII. yüzyılda yaşamış olduğu ve kesin olmamakla birlikte Horasan’ın Nişabur kentinde 1209-1210(?) tarihinde doğup; 1270-1271(?) tarihinde vefat ettiği söylenebilir. Başta Vilâyetname’de olmak üzere; asıl adı Bektaş olarak verilen Hacı Bektaş-ı Veli’nin, babası kaynaklarda Seyyit İbrahim Sani, annesi Hatem (Hateme) Hatun, olarak geçmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyunu göstermek amacıyla hazırlanan farklı kaynaklarda yer alan soy kütüklerinin tamamında ve Vilayetname’de Hacı Bektaş’ın Hz. Ali’nin soyundan geldiği belirtilir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin doğduğu Nişabur, Ahmed Yesevî’nin oluşturduğu Yesevîliğin, büyük bir yayılma gösterdiği bir yerdi. Burada iyi bir medrese öğrenimi görerek, Ahmed Yesevî’nin halifelerinden Lokman-ı Perende tarafından yetiştirilir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, Yesevîliği Anadolu’ya getirenin Hacı Bektaş-ı Veli olduğu noktasında birleşirler.
Ahmed Yesevî’nin Hacı Bektaş-ı Veli üzerindeki etkisini anlamak için Hacı Bektaş-ı Velî’nin Vilâyetname’sine bir göz atmak yeterlidir. Ahmed Yesevî’ye gösterilen saygı ve sevgiye başka hiçbir kitapta rastlanmaz. Ahmed Yesevî’den “Doksan dokuz bin Türkistan pirinin ulusu” ve “Pirlerin piri” şeklinde söz eder ve onun menkıbelerini anlatır. Yesevîlik ve Bektaşîliği karşılaştırırsak, birçok ortak noktaların var olduğunu da görürüz. İbadetlerinde kullandıkları dilin Türkçe oluşu, zikir meclislerine kadınlarla erkeklerin birlikte katılması, Türk halk vezniyle ve diliyle yazılmış ilâhilerin büyük rağbet görmesi, kayaları ve taşları harekete geçirmek ve münafıkları hayvan şekline koymak gibi menkıbeler her iki tarikatın ortak noktalarından sadece birkaçıdır.
Hacı Bektaş-ı Veli, Yesevî Babaları ve İsmailî şeyhleri ile birlikte Anadolu’ya gelir. Anadolu’ya gelince Horasan’dan dostu olan Baba İlyas’ın yanına gider. Amasya’da bulunan Baba İlyâs’ın dergahında, ona çok yakın ve yardımcı olur.
Tüm kaynaklar ve Vilâyetname’deki bilgiler harmanlandığında; Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Yesevîlik ile Kalenderîliğin karışımından oluşan Haydarîlik tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya geldiği, daha sonra Baba İlyâs-ı Horasânî çevresine girerek Vefâîlik tarikatına girdiği söylenebilir.
Anadolu’nun birçok yerlerini dolaşan Hacı Bektaş, sonunda Sulucakarahöyük köyüne yerleşir. Burada Horasan okulunun öğretisi olan Bektaşiliği, öğretmeye ve yaymaya başlar. Babaî isyanından sağ olarak kurtulan İsmailî tarikatı şeyh ve müridleri ile yine Horasan’dan gelen ve Yesevî tarikatına mensup olan dervişler ve muhipler kısa sürede Hacı Bektaş-ı Veli’ye katılarak artık Bektaşî öğretisi ile yaşamlarını sürdürürler. Ancak hiçbir tarikatın piri, Hacı Bektaş’ın Bektaşîlik’teki konumuna yükselmemiş ve onun gibi bu derece muazzam bir kült, güçlü bir kutsallık kazanmamıştır.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Hacı sanını nasıl aldığı Vilâyetname’de şu keramete dayandırılır: “Hacı Bektaş-ı Veli’nin hocası Lokman’ı Perende hacca gitti. Tavaf etti. Hac törenlerini yerine getirdi. Arafat’a çıkıp vakfeye durdu. Yanındaki arkadaşlarına, “bugün arife günü, şimdi bizim evimizde bişi pişirirler” dedi. Lokman’nın bu sözü, Hünkâr’a malûm oldu. … Bir tepsiye birkaç bişi koydu… Bektaş tepsiyi aldı… Şeyh Lokman’ı Perende’ye sundu… Halk da bunu duyunca Bektaş’a baş eğdi, böylece adı, Hünkâr Hacı Bektaş el-Horasanî oldu.”
Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli’de, Anadolu esnaf ve zanaatkarlarının piri addedilen Ahi Evren ile Hacı Bektaş’ın çok samimi iki dost olduklarını yazar. Belki de bu nedenle, Bektaşîlik’te tarikata giriş ayini, eşik öpme, kuşak bağlama törenleri, aynı kaseden şerbet içme âdeti, kıyafetle ilgili teferruat, ayinlerde okunan dualar tamamıyla Ahilikle aynıdır. Horasan’dan gelen Hacı Bektaş-ı Veli ile Anadolu’da Ahiler diye adlandırılan fütüvvet erbabı arasında birtakım bağlantıların bulunması doğal olan bir olaydır.
Vilâyetname’ye göre Hacı Bektaş’ın, kimi kaynaklara göre Orhan Gazi, kimine göre oğlu I. Murat devrinde kurulan Yeniçeri’lere dua ettiği, kıyafetlerini kutladığı rivayetleri ve daha sonra da Yeniçeriler’in piri seçilmesi; Kara Rüstem, Seyyid Ali Sultan, Gazi Evrenos, Abdal Musa gibi ilk Osmanlı fetihlerine katılan ve yeniçeri teşkilâtının kurulmasını sağlayan kişilerin, Ahilik ve Hacı Bektaş’la ilişkili olmaları sebebiyle ortaya çıkmıştır. Zira Hacı Bektaş-ı Veli’nin ölüm tarihi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu arasındaki zaman farkı dikkate alındığında, bu olayın gerçekleşmesinin mümkün olmadığı anlaşılacaktır. Fuat Köprülü, Irène Mélikoff gibi akademisyenler de, bu bağlantının Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşundan sonra uydurulmuş olduğuna kesin gözüyle bakarlar.
Osmanlı hükümdarları, Yeniçeriler’in piri sayılan Hacı Bektaş için türbesinin etrafına binalar yaptırıp, vakıflar kurup, sebiller inşa etmişler. Zamanla, Hacı Bektaş Köçekleri diye anılmaya başlanan Yeniçeriler’in, 94. ortasında daima bir Hacı Bektaş vekili bulunur; değişen Bektaşî babalarının tacı yeniçeri ağası tarafından merasimle giydirilirdi. Bu iki teşkilâtın karşılıklı sempati ve işbirliği yapması, II. Mahmud’un 1826 yılında Yeniçeriler’i ilga ederken Bektaşî tarikatının da kapatılmasına sebep olmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin evlenip, evlenmediği de tartışmalı bir konudur. Bu nedenle Bektaşî’ler, Çelebiler ve Babagan kolları olmak üzere ikiye ayrılır. Çelebiler, Hacı Bektaş’ın evlendiğini, kendilerinin de o soydan geldiğini savunurlar ve kendilerine “Bel oğlu” derler. Babagan kolu ise, Hacı Bektaş’ın evlenmediğini, kendilerinin O’nun düşüncelerini yaşattıklarını savunarak kendilerine “Yol oğlu-Nefes oğlu” derler. Her iki kolda, Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatındaki kadının Kadıncık Ana olduğu konusunda hemfikirdirler. Ancak Kadıncık Ana’nın kim olduğu konusunda da kaynaklarda birbirinden farklı hatta yer yer çelişen bilgiler yer alır.
Hacı Bektaş-ı Veli’ye başta Makâlât olmak üzere, Kitabü’l-Fevâ’id, Nesâyih-i Hacı Bektaş-ı Veli, Risâle, Tefsîr-i Fâtiha, Şathiyye, Şerh-i Besmele gibi eserler mal edilmişse de; bu eserlerin onun tarafından yazıldığına dair hiçbir delil ve tarihi vesika ortaya konulamamıştır. Bu eserlerin bazıları yayınlanmış olmakla birlikte bazıları sadece isim olarak bilinir, eserlerin kendisi mevcut değildir. Ayrıca yayınlanmış olan eserlerin de ona ait olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalar vardır. Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait olduğu düşünülen eserlerin en tanınmışı Makâlât’ta; tarikatın dört kapısı olan şeriat, tarikat, marifet ve hakikat makamlarından yani kırk makamdan bahsedilir.
Hacı Bektaş-ı Veli felsefesi, insan sevgisi ve hoşgörüye dayalı, evrensel ahlâk ilkelerini güden bir yaklaşımdır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin insana atfettiği değeri “Altın ve gümüş ocakları gibi insanın zatı da maden ocaklarıdır” sözlerinden anlamak mümkündür. Kendisiyle özdeşleşen “Okunacak en büyük kitap insandır” sözü de bu değerin bir kanıtı niteliğindedir. Bu yönüyle Türk hümanizminin önemli temsilcilerinden biri olduğu aşikârdır. Hacı Bektaş-ı Veli, “Gelin canlar bir olalım” diyerek birlik ve beraberliğin önemini, “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diyerek cehaletin karanlığından ve hurafelerden kaçınılması gerektiğini, “Eline, beline, diline sahip ol” diyerek de ahlâkî eğitime verdiği önemi ifade etmiştir.
Eserlerinde anlatımını desteklemek için sıklıkla kullandığı benzetmelerden birinde aklı sultana; ilim, nezaket ve iyi ahlâkı ise onun komutanlarına benzetmiştir. Bunların birbirini tamamlamasıyla Allah’ın kişiye marifet vereceğini, yani ilham ile öğrenme kapılarının açılacağını ifade etmiştir.