BULGARİSTAN’DA DİL PLANLAMASI ÇERÇEVESİNDE ANA DİLİ TÜRKÇEYE YÖNELİK DİL POLİTİKALARI

Harun Bekir

 

Bulgaristan’daki dil çeşitliliğine ilişkin olarak düzenli güncellenen veri toplama mekanizmaları nüfus verileri için mevcuttur. Bu veri toplama mekanizmaları ulusal ve azınlık dili çeşitleri ana dili sorusuna dayanarak ele alınmaktadır. 2011 Nüfus Sayımı sonuçlarına göre, ülkedeki nüfusun % 9,1’nin ana dili Türkçe olduğu tespit edilmiştir[1]. Ulusal İstatistik Enstitüsü’ne göre, nüfus sayımı verileri etnik ve dilsel kimlik arasındaki güçlü ilişkiyi gösterir. Çok dilli toplumların karşılaştığı ciddi sorunlar bulunmaktadır. Dil sorunları çeşitli toplumlarda farklı şekillerde ortaya çıkıyor veya farklı alanlara değiniyor. Aslında bu sorunlar, kurumsal olarak çok dilliliği kabul edip etmeme ve kabul ederse de nasıl uygulayacağı sorunudur.

 

DİL PLANLAMASI VE DİL POLİTİKSI KAVRAMLARI  

 

Dil, toplum ve kültür arasındaki ilişkileri konu edinen toplumdilbilim (sosyolengüistik) dalı, dil planlaması ve dil politikası konularını da ele almaktadır. Dil politikaları ve dil planlanması ile ilgili çalışmalar 1960-1970’li yıllarda ortaya çıkmış ve dil politikası modellerinin tanımından başlayarak dillerin korunması ve dil hukuku gibi küresel konulara kadar uzun bir gelişim yolu kat etmiştir. Dil planlaması ve dil politikaları temelde dil sorunlarının çözümüne yönelik bir uygulamadır.  Dil planlaması terimini ilk defa 1959’da Haugen, ulusal dilin çağdaşlaştırılması ve geliştirilmesinde verilen çabaları ifade etmek için kullanmış, 1970’li yıllardan itibaren yaygınlık kazanmıştır. Dil politikası ise, millî birliğin sağlanması, ekonomik şartlar gibi nedenlerle, dilin şekil ve işlevlerine siyasi otoritenin müdahalesini içerir. Ayrıca dil politikası, bir toplumdaki dillerin statü, kullanım, alan ve bölgeleriyle bu dili konuşanların haklarına ilişkin görüş, ilke ve kararlar dizisi olarak da tanımlanmaktadır. Bu iki kavram iç içe geçmiş durumdadır. Fakat dil planlaması ile politikası arasında niteliksel bir fark vardır. Dil planlaması geleceğe yönelik, toplumla ilgili kuramlarla kapsamlı değerlendirmelere dayanma, merkeziyetçi ve uyuşmacı niteliklerinin varlığını içermekte;  dil politikası ise, birbiriyle çatışan istek ve gereksinimler arasında ödüne dayalı seçimler içermektedir.

Dil planlamasını, dil sorunlarını çözmek için siyasi ve idari uygulamaları gerektirir. Bu bağlamda ciddi bir iktidar mücadelesi de söz konusudur.  Dolayısıyla, bir dilin öğretimi veya bir dilde eğitim, hangi şekilde olursa olsun, iktidar hesapları ve yönetim anlayışı düşünülmeden yeterince anlaşılamaz. Bu yüzden, okullarda hangi dillerin ne şekilde yer aldığı kadar, hangi dillerin nasıl dışlandığı da son derece ciddi iktidar hesapları ile belirlenmektedir. Dil planlaması ve dil politikalarıyla ilgili farklı tanımlara bakmak, bu konuyu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Bir tanıma göre, dil planlaması, dillerle veya dil-içi farklılıkların kullanımı ile ilgili problemlerin çözülmesi için kurumsal yapılar yoluyla yapılan açık ve sistematik müdahalelerdir (Christian, 1988)[2]. Bir başka tanıma göre, dil planlaması, birey veya grupların bir veya birden çok dili öğrenme veya öğrenmemesi ile ilgili tutum ve davranışlarını açık bir şekilde etkileme çabasıdır (Cooper, 1989)[3]. Diğer bir grup akademisyen de, dil planlamasını dil ve toplum hakkında üretilen, içinde çeşitli ideolojik varsayımlar barındıran bir söylem olarak tanımlamaktadır (Blommaert, 1996)[4]. Dil planlaması genel olarak “dilin değişme sürecine amaçlı şekilde müdahalede bulunmak” şeklinde tanımlanmaktadır.

Düzeyler ve farkındalıklar bakımından dil planlaması genel olarak konum planlaması (status planning), bütünce planlaması (corpus planning), eğitimde dil planlaması ve saygınlık planlaması (prestige planning) olarak dörde ayırmaktadır. Bütünce planlaması, bir dilin daha çok iletişimden kaynaklı sorunlarını gidermeye yöneliktir. Konum planlaması ise bir dilin ulusal ya da resmî dil olarak kullanılması ya da başka bir işlevde kullanılacağının belirlenmesini içermektedir. Bu müdahale kamusal alanda sadece bir dilin ya da birden çok dilin kullanılması kararını gerektirir. Fakat siyasal iktidar bu bağlamda çeşitli dil planları arasında tercih yaparken bazı objektif kriterleri dikkate alsa da çoğunlukla ideolojiler etkili olmaktadır.

İki dilli toplumlarda, genellikle yüksek dil ve düşük dil olarak adlandırılan konumları ve alanları farklı dil ya da dil çeşitleri bulunur. Yüksek dil daha çok resmî ortamlarda öğrenilir ve resmî söylem işlevlerini yerine getirir. Düşük dil ise resmî olmayan ortamlarda konuşulur. Burada önemli bir kavram, genellikle dillerden birinin egemen olduğu alanlar bulunmasıdır. Bu da saygınlık planlaması ise ilgilidir.

Dil politikaları, azınlık politikalarına paralel olarak; özümleyici, farklılıkcı ve çok kültürlü olmak üzere üç başlık altında incelenebilir. Dil politikalarının belirgin özelliği bilinçli yürütülmesidir. İzlenen dil politikaları devletin iç ve dış politikalarından etkilenebilir.

 

DİL PLANLAMASIYLA İLGİLİ YAKLAŞIMLAR

  

Yukarıda bahsi geçen dil planlamasıyla ilgili tüm bu farklı tanımlardan anlaşılacağı gibi dil planlaması, her an iktidar ve siyasetin müdahaleleri ile iç içedir. Üstelik pek çok ülke birden çok dili barındıran topraklar üzerinde olduğu için, dil planlaması her ülkenin önemli açık veya gizli gündemlerinden birisidir. Ancak farklı siyasal sistemlerde bu konu farklı biçimlerde ele alınmaktadır. Bu konularda çalışmalar yapmış olan Ruiz’e[5] (1984) göre dil planlaması ile ilgili temel olarak üç yaklaşım mevcuttur: dile bir problem olarak yaklaşanlar, hak olarak yaklaşanlar veya kaynak olarak yaklaşanlar.

Birinci yaklaşım, daha çok ulus-devlet kurma sürecinde ortaya çıkmakta, belli bir ülkenin dilsel olarak homojenleştirilmesini hedeflemektedir. Bu ülkelerde özellikle “teklik” vurgusu ön plana çıkmaktadır.

İkinci tür yaklaşımda ise, devlet yetkilileri dilleri yasaklamaz, tam aksine yasalarla güvence altına alır. Bu tür dil planlamalarının olduğu ülkelerde, farklı ana dilleri olan gruplar kendi ana dilleri ile eğitim alma, kamu kuruluşlarında ve her türlü kamusal alanda kendi dillerini kullanabilme hakkına sahiptir. Ancak bu durum bir ülkelerde, söz konusu hakların tanınmış olması mutlaka vatandaşların bu haklardan eşit bir şekilde faydalanabildiği anlamına gelmez. Örneğin Hindistan anayasası, Hindistan’da kullanılan tüm dilleri yasalarla tanımakta, bu dillerde eğitim ve kamu hizmetlerinin sunulmasını teşvik etmektedir. Ancak gerçekte bu yasalardan sadece görece daha fazla ekonomik, demografik ve siyasal güce sahip diller faydalanabilmekte, birçok dilin görünmezliği sürmektedir.

Üçüncü tür dil planlaması ise, dillerin sadece yasal güvenceye alınmakla kalmadığı, aynı zamanda etkin bir şekilde her türlü alanda desteklendiği ve kullanımlarının özendirildiği ülkelerde karşımıza çıkmaktadır.

Tarih süreci içerisinde Bulgaristan’daki Türkçeye olan yukarıda bahsettiğimiz üç yaklaşımın örnekleri görmek mümkündür. Örneğin yetmişli yıllarda başlayan ve seksenli yıllarının sonuna kadar  takip ettiği tek dilli yaklaşımı zamanla terk etmiş, demokrasi sisteme entegre olma çabaları sırasında ikinci veya üçüncü türden dil planlaması yaklaşımlarını benimsemişlerdir. Bu tür değişikliklerin tersine örnekler de yaşanmıştır. Örneğin 1950’li yıllarda, Sovyetler Birliğinde izlenen dil politikalarının da etkisiyle, ülkedeki Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde kültürel faaliyetlerle gündelik ilişkilerde etkin bir şekilde Türkçenin kullanılması teşvik edilmiş, üniversitelerde Türk dili kürsüleri kurulmuş, Türkçe gazete ve dergileri çıkartılmış, Türk tiyatroları açılmış, ulusal radyoda Türkçe programları hazırlanmış, Türk Öğretmen Enstitüleri kurularak Türkçenin eğitimde kullanılması sağlanmıştır (Memişoğlu, 2002)[6]. Burada amaç, çok dilli ve çok kültürlü coğrafyada çokluğun teşvik edilmesi ile siyasal bütünlük ve komünist ideallere varılacağı varsayımıydı. Ancak daha sonraki yıllarda, özellikle komünist rejimin son dönemlerinde, başlangıçta uygulanan çoğulcu dil politikaları zamanla terk edilmiş, yerine baskıcı politikalar başlamış, tek dil yaklaşımları benimsenmiştir.

 

BULGARİSTAN’DA TÜRKÇEYE YÖNELİK DİL POLİTİKALARI

 

Toplum dilbilimci Lambert’e[7] (1995) göre devletlerin dil politikaları üç gruba ayrılır: homojen kategori, ikili kategori ve mozaik kategori. Homojen kategoride bir bölge veya ülkedeki çoğunluğu oluşturan grup tek dil konuşurken, azınlık grup veya gruplar bir ya da birkaç dil kullanıyor olabilir. Örnek olarak Batı Avrupa’daki birçok ülke, ABD, Rusya ve Japonya verilebilir. İkili kategoride ise ülke iki ya da üç dilsel bölgeye veya gruba ayrılmıştır; Kanada, Belçika, Irak ve Singapur gibi. Mozaik ülkeler ise genelde beş ya da daha fazla dilsel grubun çoğunluğu oluşturduğu kategoridir. Örnek olarak da Nijerya, Etiyopya, Papua Yeni Gine ve Hindistan görülebilir. 

Günümüz açısından değerlendirecek olursak Bulgaristan, bu dil politikaları sınıflandırılmasında homojen kategoriye girebilecek bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bulgaristan homojen kategoride yer alır çünkü Bulgarcanın tüm resmi kurumlarda kullanılma zorunluluğu vardır, ve sosyal hayatta da baskın dildir. Bulgarca resmi, kamusal ve özel alanda yaklaşık 5-6 milyon insanın konuştuğu egemen dildir. Resmi dil politikaları örtülü olarak Bulgarca’nın hegemonyasını, bir başka deyişle tekdilliliği desteklerken, bir yandan da Türkçe konuşan nüfus Bulgarca-Türkçe çiftdilliliğe ihtiyaç duymaktadır.

Saygınlıkları açısından yüksek ve düşük diller rekabet içinde olmayıp kendi alanlarında egemen olmayı sürdürürlerse istikrarlı çift dillilik söz konusu olur. Türk dili açsından düşündüğümüzde Bulgaristan’da Bulgarca yüksek dil, Türkçe düşük dil statüsüne sahip; eğitim, bilim, sanat vb. alanlarda statüsü yüksek dil, Türk toplumunun günlük hayatta statüsü düşük dil kullanılmaktadır. Bu Bulgarca-Türkçe  çiftdilliliğin, Bulgarca tarafı ağır basmaktadır, ancak Türkçe de sosyal ve kültürel dil olarak yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bulgarca iş sahasında ve idari işlerde iletişim aracı olmuştur. Kanunlar Bulgarcadır, mahkemeler Bulgarca olarak temsil edilir, davalarda ihtiyaç halinde çevirmen bulunur. Eğitimin baskın dili de yine Bulgarcadır.

Bulgaristan’da Türkçeye yönelik dil planlamasını ve politikalarını değerlendirmemiz için her şeyden önce ülkedeki yürürlükteki olan mevzuat ve uluslararası sözleşmeleri de ele almamız gerekiyor.

Temmuz 1991 yılında Bulgaristan’ın yeni Anayasası kabul edilir. 1991 Anayasası “ulusal” veya “etnik azınlık” terimlerini kullanmaz. Ancak, etnik, dilsel ve dinsel gruplara mensup kişilerin temel haklarını garanti eder. Anayasa Bulgarcayı ülkenin resmi dili olarak bildirir (Madde 3), ama bunun yanı sıra ana dili Bulgarca olmayan vatandaşların ana dili eğitimini ve ana dillerini kullanma haklarını garanti eder. Anayasasının 36. maddesinde: “Ana dilleri Bulgarca olmayan vatandaşların, Bulgarcayı zorunlu olarak öğrenmelerinin yanı sıra, kendi ana dilini de öğrenme ve kullanma hakları vardır” denilmektedir. 54. madde etnik gruplara kendi etnik tanımlamalarına uygun olarak kültürlerini geliştirme hakkını yasayla garanti altına alır. Bütün bunlar, Bulgaristan’daki azınlıkların eşit haklarını garanti altına alan yasal ve siyasi çerçeveyi yaratmıştır.

Bulgaristan 7 Mayıs 1999 tarihinden itibaren Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşme’ye taraf olmuştur. Fakat Avrupa Bölgesel Diller ve Azınlık Dillerini Koruma Antlaşmasını onaylamamıştır. 1992 yılında Avrupa Konseyi’nde kabul edilen antlaşma ile antlaşmayı imzalayan ülkeler, ülkelerinde azınlık durumunda bulunan halkların dillerini korumaya söz vermiş olurlar.

Bulgaristan’da Türkçeye yönelik dil politikalarında Türkçe basın ve yayın da önemli bir yer almaktadır. Daha önce Bulgar Millî Radyosunda durdurulan Türkçe yayınlara 1993’ten sonra yeniden başlandı. 1998 tarihli Radyo ve Televizyon Kanunu’ndaki 49. madde azınlık dillerindeki programlar üzerinedir. Bu maddeye göre „Bulgar Ulusal Radyosu ve Bulgar Ulusal Televizyonu yurt dışında yaşayan Bulgarlara yönelik yurt dışı yayınlar; ana dili Bulgarca olmayan Bulgaristan vatandaşlarının kendi anadillerinde ulusal ve bölgesel programlar üretmek zorundadır”. Bulgaristan Radyosu, Türkçe dâhil on dilde programlar sunmaktadır. Oldukça sınırlı olmasına rağmen Türkçe görsel basın da yer bulmaya başlamıştır. Bulgar Ulusal Radyosu 1993’ten beri Bulgaristan’daki Türk nüfus için sabah ve akşamları yarım saat Türkçe yayın yapmaktadır. Yayınlar içinde haberler ve Türkçe ile Bulgarca halk şarkıları yer almaktadır. 2001 baharında Bulgar Ulusal Televizyonu on dakikalık Türkçe programlar yayınlamaya başlamıştır. Demokrasi sisteme geçiş dönemi boyunca, Türk basınını kurmaya yönelik girişimler de yapılmıştır. Tüm bunların yanı sıra çanak anten yoluyla Türkiye’de yayın yapan birçok radyo ve televizyon Bulgaristan Türleri tarafından izlenebilmektedir. Türk televizyon yayınları ana dilinin canlı tutulmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu etkenler de Türkçeyi özellikle genç kuşaklar tarafından edinimi ve korunması için önemli bir can damarı olmaktadır.

Bir dilin eğitimde kullanılması, ana dili kullanmanın doğal bir uzantısıdır. İnsanın bir dili kullanması ancak o dile tam hâkim olması ile mümkündür. Dile hâkimiyet ise o dilin eğitimde kullanılmasına bağlıdır. Ulus devletler, ortak dili yaygınlaştırmak için eğitimi etkin bir şekilde kullanmışlardır. Bugün dil topluluklarının dil hakları konusundaki en yoğun talepleri ana dilin eğitimde kullanılması noktasındadır.

Bir dilin öğrenilmesini gerekli kılan unsurlar, ülkenin o dile karşı yürütmüş olduğu politik, ekonomik, ticarî ve kültürel ilişkilerin yanı sıra o ülkenin sahip olduğu dil politikaları ve dil planlamalarıyla birebir ilişkilidir. Bulgaristan’da Türkçeye yönelik günümüzdeki dil politikalarını değerlendirebilmek için bu dilin öğretimiyle ilgili yasaları da kısaca özetlemek gerekir.  1991 yılında kabul edilen yeni Bulgaristan Anayasası azınlıklara kendi ana dillerini öğrenme hakkını tanıdıktan sonra, 1992/1993 öğretim yılından seçmeli ders olarak Türk dili öğretimine başlandı. Bu öğretimin amacı, Bulgaristan Cumhuriyeti’ndeki Türk azınlığın çocukları ana dilinde okuma yazma beceri ve alışkanlıkları oluşturmaktır. 1991 tarihinde çıkan ve 1998’de değiştirilen Eğitim Yasası Uygulama Kurallarında ana dili terimi, “çocuğun ailesi ile iletişim kurduğu dil” olarak tanımlanmıştır (Madde 8-2). 1994 yılında kabul edilen Bakanlar Kurulu 183 No’lu kararıyla ana dili Bulgarca olmayan öğrencilere kendi ana dilini I. sınıftan VIII. sınıfa kadar öğretim plânı kapsamında Belediye okullarında serbest seçmeli ders olarak öğrenebilme hakkı tanınmıştır. Temmuz 1999 tarihli ve 2002’de değiştirilen Eğitim Standartları, Genel Eğitim Temel Müfredat Kanunu’nda ana dili dersleri ilk ve ortaokul müfredatında zorunlu seçmeli ders olarak kabul edilir (Madde 15-3).

Okul öncesi eğitimi ve öğretimi geliştirme ulusal programı (2006-2015), 2003 yılından beri zorunlu olan okul öncesi eğitim süresi boyunca ana dili Bulgarca olmayan çocuklar için kendi özel eğitim ihtiyaçları göz önüne alınarak oluşturulmuş Bulgarca programların gerekli olduğunu vurgular. 2002’de değiştirilen Eğitim Kanunu ile bu çocuklar için Bulgar dilinde özel bir müfredat başlatılmıştır.

İlk ve ortaokul eğitimi için “ana dili dersi” olarak sunulan Türkçenin resmi müfredatı Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanmıştır. Ana dili eğitimi zorunlu değildir, sadece seçmeli dersler listesinden seçilebilir “zorunlu seçmeli ders” anlamına gelir. Bu nedenle çok az Türkçe konuşan çocuk bu derslerden yararlanabilir ve son yıllarda Türkçe dersi gören öğrencilerin sayısı hızla azalmaktadır. Okullarda okutulan Türkçe derslerini olumsuz etkileyen başka bir etken de 1992 yılından bu yana yeni Türkçe ders kitaplarının basılmamış olmasıdır. Neyse ki çok yakın bir gelecekte durum değişecek gibi gözüküyor, çünkü Eğitim ve Bilim Bakanlığı 20 Şubat 2018 tarihinde Türkçe ders kitaplarının hazırlanması için prosedürü paşlatmıştır[8].

Görüldüğü üzere, dil planlaması insanların gündelik hayatlarını yakından etkileyen çok önemli bir konudur ve farklı ülkelerde çok çeşitli uygulamalar mevcuttur. Bir Avrupa Birliği ülkesi olan Bulgaristan’da Türkçe, konuşulan ikinci büyük ana dili olduğu bir gerçektir. Bulgaristan’da yaşayan Türk gençlerinin en büyük avantajlarından bir tanesinin de çok dilli yetişme potansiyeline sahip olmalarıdır. Eğer bu potansiyel iyi kullanılabilirse büyük ilerlemeler elde edilebilir. Ana dilinin öğretilmesinde ailenin de rolü çok büyüktür. Bu nedenle anne-babalar çocuklarının ana dilini doğru öğrenmelerini ve kullanmalarını teşvik etmelidirler çünkü ana dilini iyi bilen bir kişi diğer dilleri de çok daha kolay ve iyi öğrenir.

[1] National Statistical Institute, Republic of Bulgaria: 2011. POPULATION CENSUS IN THE REPUBLIC OF BULGARIA (FINAL DATA)

[2] D. Christian, “Language planning: the view from linguistics”, ed. F. Newmeyer, The Cambridge Survey IV: Language: The Socio-Cultural Context, New York 1988, s. 193.

[3] R.L. Cooper, Language Planning and social change, Cambridge: Cambridge University PressNew York 1989, s.45.

[4] J. Blommaert, “Language Planning as a Discourse on Language and Society: The Linguistic Ideology of a Scholarly Tradition”, Language Problems and Language Planning, 20/3, 1996, s. 200.

 

[5] R. Ruiz, “Orientations in Language Planning”, NABE: The Journal for the National Association for Bilingual Education8(2), Clevedon 1984, s. 17 ; C. Baker, Foundations of Bilingual Education and Bilingualism, Bristol 2011, s.44.

[6] H. Memişoğlu, Geçmişten Günümüze Bulgaristan’da Türk Eğitim Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002, s. 238.

[7] R.D. Lambert, “Language Policy: An Overview”, International Symposium on Language Policy, 20 December, Bar-llan University, Israel 1995, s. 139.

[8] zap09-303-uchebnici-turski-200218.pdf  (Erişim 29.01.2019)

Author: lunwjhni