Doğumunun 110. Yıldönümü Münasebetiyle:
Vedat Ahmed
Zaman olarak kısa, ama verimlilik bakımından çok dolu bir hayat… Şiir, hikâye, köşe yazısı, araştırma, coşkun ve etkili bir hitâbet… Bunların hepsi 33 yıllık bir hayatın içerisinde yer almış ve günümüze dek güncelliğini korumaktadır. Çünkü çağdaşlarını, yaşadığı toplumun insanlarını, duygularını anlatmış, yaşadığı toplumun derdiyle dertlenmiş bir şahsiyet. O, “Fikri’nin ölümü, Fikrin ölümü” dedirten Mehmed Fikri…
Mehmed Fikri, her milletin sahip olmak istediği türden bir insan. Zekâsıyla, duygusuyla, coşkusuyla, hitâbetiyle, ahlâkçılığıyla, fedakârlığıyla, hakperestliği ve adaletseverliği ile bir nesle fikir babalığı yapmış olan Mehmed Fikri, örneklik ve seçkin bir hayat yaşamıştır.
- yüzyılda Bulgaristan Türkleri arasında yetişen en önde gelen şahsiyetlerden olan Mehmed Fikri, 10 Kasım 1908 yılında bir Türk-Müslüman merkezi olan Osmanpazarı (Omurtag) kasabasında maddeten fakir, mânen zengin dindar bir ailede dünyaya gelmiştir. Annesi Zübeyde hanımdır. Babası ise aslen Karaahatlar (Vranikon) köyünden olup Hâfız Hüseyin Efendi yıllarca Osmanpazarı’nda imamlık yaparak Müslüman halka hizmet eden ve bu vesileyle ailesinin geçimini sağlayan, evlâtlarına ilim ve irfan aşkını aşılayan, bu yolda kendilerine öncülük edip büyük destek veren bir zattır. Hâfız Hüseyin Efendi, o dönemde Mehmed Fikri, Hasan Basri ve Hüseyin adlı üç oğluna da Bulgaristan Türklüğünün gözbebeği olan Nüvvâb Medresesinde lise tahsili gördüren parmakla sayılır kişilerdendir.
Bir taraftan ev işlerinde ailesine yardımcı olmaya çalışan Mehmet Fikri, diğer taraftan da babasının teşvikleriyle ilk ve orta (rüşdiye) tahsilini doğduğu Osmanpazarı’nda yapmıştır. Rüşdiyeyi bitirir bitirmez o bölgedeki köylerde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Türk basınıyla teması ve basit de olsa yazılarının yayınlanması bu dönemde başlamıştır. Ancak Nüvvâb’ın ilk mezunlarından olup Osmanpazarı rüşdiyesinde öğretmenlik ve müdürlük yapan Hâfız Yusuf Şinasî’nin teşvikiyle 1928 yılında Nüvvâb’a kaydolmuştur. Büyük bir başarı göstermesi sonucunda okulun 5 yıllık tâlî (lise) kısmını 4 yılda tamamlayarak 1932 yılında üstün bir başarıyla mezun olmuştur.
Mehmed Fikri, Nüvvâb okulundaki öğrencliği sırasında seçkin öğrencilerden biridir; derslerdeki başarısı, sosyal etkinliklerde faal oluşu, yazma-çizme işlerinde öncülüğü onu okulun “yıldızı” durumuna getirmiştir. Özellikle okulda yapılan boykotlarda Mehmed Fikri’nin imzası açıkça görülmektedir. Zaman zaman hocalarıyla ‘kafa tutması’ da onun bilgisinin yanında atılganlık ve cesaretini göstermektedir.
Mehmed Fikri, Medresetü’n-Nüvvâb’ın tâlî kısmından mezun olduktan sonra Mısır’da bulunan Ezher Üniversitesi’ne gitmek istiyor, fakat kendi imkânlarıyla bunu başaramıyor, Başmüftülük’ten de kendisine o yönde bir destek çıkmıyor. Daha önce bir de Türkiye’de öğrenim görme yönünde başarısız bir teşebbüsü olan Fikri, Nüvvâb’ın âlî (yüksek) kısmına devam etmeyi kararlaştırıyor. Ancak âlî kısım müdavimi olan Mehmed Fikri’nin sahip olduğu enerji ve heyecan onu okul sıralarında rahat bırakmamış, bazı hocalarıyla anlaşmazlıklar doğunca okuldan ayrılmak zorunda kalmıştır. Fikri’nin bazı hocalarını eleştiren şiirlerini dönemin Türkçe basınında yayınlamış olması onun bükülmez karakterini de yansıtmaktadır zaten.
Hayata atılan Mehmet Fikri, imamlık, öğretmenlik, vaizlik ve yazarlık yapmış, hakkı ve adaleti anlatmış, cemaatine, talebelerine ve okuyucularına mefkûre/ülkü/ideal aşılamıştır. Samimî çabaları sonucunda genç yaşta insanlar üzerinde birçok olumlu izler bırakmıştır. Bunlardan biri de Bulgar asıllı bir Hristiyan rahibedir. Fikri’nin samimiyet ve gayreti, Allah’ın hidayeti ile İslâm dinini kendisine din olarak seçen rahibe hanım “Fikriye”yi de kendisine isim olark seçmiştir. Daha sonra Fikriye ile hayatını birleştiren Fikri, iyi bir Müslüman, sadık ve vefalı bir eş olan bu hanımefendi ile Filibe’de, Sofya’da, Berkofça’da çileli, ama coşkulu ve manevî huzur ile dolu bir hayat geçirmiştir.
Mehmed Fikri’nin ilim ve fikir bakımından yetişmesinde Nüvvâb hocalarından Yusuf Ziyâeddin Ezherî’nin büyük katkıları olmuştur. Ayrıca Emrullah Efendi’nin ‘dava adamı’ olarak sahip olduğu meziyetlerin de onun üzerinde büyük etkisi olmuştur. Ziyâeddin Ezherî (Şeyh Efendi) vasıtasıyla ve çokça araştırmaları sayesinde Mehmed Fikri, İslâm dünyasındaki İslâmî hareketle tanışmış, toplumla ilgili konulardaki düşüncelerini kendi zaviyesinden ele almıştır.
Bununla birlikte Mehmed Fikri’nin fikrî gelişiminde Mehmed Âkif (Ersoy) gibi bir şair, düşünür ve duygu yüklü bir insanın çok önemli yeri vardır. O kadar ki, Mehmed Fikri, “Bulgaristan’ın Âkif’i” denecek bir dereceye gelmiştir. Fikri, Âkif’in yazılarında, şiirlerinde ve konuşmalarında işlediği konuları kendi yazı, şiir, vaaz ve hutbelerinde işlemiş, onun heyecan, iman ve eylemini hayatına ve eserlerine yansıtmıştır.
Ayrıca İslâm dünyasının önde gelen fikir ve aksiyon adamlarından Şekib Arslan’ın da çalışmalarını takip eden Fikri, onunla yazışmalarda bulunmuş ve etkisiyle bazı yazılar kaleme almıştır. Bununla birlikte Mehmed Fikri’nin başlıca ilham kaynağı İmam Gazâlî’dir. İslâm dünyasının yetiştirdiği en değerli ilim adamlarından biri, çile insanı ve hakikat arayıcısı olarak niteleyebileceğimiz Gazâlî’nin bütün eserlerini tetkik eden ve onlarla ilgili bir kitaplık yazılar tefrika eden Fikri, ondaki hakperestliği, denge arayışını ve çilekeşliği benimsemiştir. Bu hususlar, onun yazılarında, şiir ve hikâyelerinde, mücadeleci davranışlarında, yoksul, ama şerefli yaşanan hayatında, şerefle kucakladığı ölümünde bâriz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
33 yıllık kısa bir hayat hikâyesine sahip bir kişinin adının Bulgaristan Türkleri tarihinin sayfalarına kazınmasının başlıca sebebi, yazdığı yazıları ve şiirleridir.
Mehmed Fikri, daha rüşdiye mezunu bir öğretmenken toplumun dertleriyle dertlenmiş ve bunları amatörce yazı ve şiire dökerek zamanın Türk basınında yayınlamıştır. Onun ilk şiir denemesini 1925 yılında Deliorman gazetesinin 123. sayısında görmekteyiz. 3-4 yıllık öğretmenliği sırasında çocuk ruhunu kavradığı anlaşılan Mehmet Fikri, daha sonraki yıllarda çocuk şiirleri konusunda başarılı olmuştur. Büyük bir kısmı İntibâh ve Medeniyet’te olmak üzere Dostluk, Yarın, Rehber, Havâdis ve Açık Söz gazetelerinde yayınlanmış olan onlarca yazısı, şiir ve hikayeleri, Bulgaristan’daki Türk okulları için hazırlanan ders kitaplarında da yayınlanmıştır. Ne yazık ki, bu eserlerinin bir kitapta toplanması onun bu dünyaya vedâ edişinden sonra olmuşur. Yazarın şiirleri kitap halinde önce vefakâr eşi Fikriye Hanım tarafından 1947 yılında Şumnu’da “Türk Gençlerine Şiirler” adı altında yayınlanmış, bütün şiirleri ve hikâyeleri ise tarafımızdan derlenerek “Mehmed Fikri – Şiir ve Hikâyeleri” adıyla Halil Uzunoğlu tarafından 2003 yılında Bursa’da yayınlanmıştır. Fikri’ye ait “His Çiçeklerim” ve “Armağanım” adlı iki yayınlanmamış eserden bahsedilse de şu ana kadar keşfedilememişlerdir.
Mehmet Fikri şairlik yolundaki ciddî adımlarını Nüvvâb’a başladıktan sonra atmıştır. Şiirlerinde genellikle din, gaflet, ahlâk, toplumsal çöküş ve birlik konularını işlediği için Nüvvab’taki Türk edebiyatı hocası Hasip Safvetî (Aytuna) kendisini eleştirmiş ve “Mehmet Akif’in etkisinden kurtulması” gerektiğini ifade etmiştir. Fakat Mehmed Fikri, daha o yıllarda seçmiş olduğu yoldan dönmeyerek emin adımlarla aynı istikamette devam etmiş ve yaşadığı dönemde halkın ve gençliğin, daha sonraki dönemlerde de araştırmacıların takdirini kazanarak seçiminin doğruluğunu ispat etmiştir.
Şiirlerini incelediğimiz zaman görülüyor ki, öğrencilik yıllarında coşkun seller gibi kükremektedir, yüksek medenî cesarete sahiptir, eleştirici ve ısırıcıdır. Bununla birlikte, yalnız kaldığında bambaşka bir hâle bürünmektedir. Özeleştiri yapmakta, eleştirirken de kaderinden memnuniyetsizliğini ifade etmekten geri durmamaktadır. O, halk arasında yaygın olan bilinçsiz bir şekilde “kadere teslimiyet” anlayışının yanlışlığını ortaya koymakta ve iradenin insana kullanılmak için verildiğinden hareket ederek kendisini ve çevresini gerekeni yapmaya davet etmektedir.
Fikri’nin şiirlerinde kullandığı teşbihler, sanat güzellikleri, doğayı canlandırma, hele de bir şiirinde Mevlânâ misali kaval ile konuşması şairliğini göstermektedir. O, tabiatta meydana gelen her yeni yapılanmayı kalbinin derinliklerinde duymakta ve beklediği dönüşümü, güneşin doğudan tekrar doğuşunu ve insan tabiatının İslâm ile yeşermesini sabırsızlıkla beklemekte ve bu konudaki iyimserliğini usta bir şair olarak mısralara dökmektedir.
Mehmed Fikri’nin anlayışına göre şair, gösteriş için yazmamalı, insanlığın göstergesi olarak şiir şairin duygu ve düşünce yapısını yansıtmalıdır. Yazı mutlaka açık ve herkesçe anlaşılır olmalı, söylenenler Hakk’ın sesleri olmalıdır. Ona göre, şair realist/gerçekçi olmalı, şiir tekniklerine dikkat etmeli, şiir sanatlarını anlamlı ve yerinde kullanmalıdır. Bu düşüncelerini başka bir kalemdaşı ve okul arkadaşı olan Hâfız İslâm Rüşdi (Ergin)’e yönelttiği tavsiye ve eleşltirilerinden açıkça anlamaktayız.
Bulgaristan Müslümanlarının “fikir güneşi” şairliğinin yanında çok güçlü bir muharrirdir/yazardır. O bütün gazetecilik maharetini Medeniyet gazetesinin baş redaktörlüğünü yaptığı sıralarda sergilemiştir. Aslında Medeniyet’in başına geçmeden önce de çok değerli yazıları yayınlanmıştır Bulgaristan Türk basınının sayfalarında. Onun yazarlığı konusunda milletperver dava adamı Osman Kılıç’ın şu sözleri çok önemlidir: “İslâm’ı müdafaa sadedinde yazdığı ateşli ve müessir makaleler her Nüvvâb’lının zihninde hâlâ canlıdır. O, Bulgaristan’da İslâm’ın alemdârıydı.”
Mehmed Fikri, etrafını aydınlata aydınlata yanıp biten bir meşale gibi okuyucularının fikirlerini aydınlatmak için ışık saça saça sönüp bitmiş bir büyüğümüzdür. Yazılarıyla ve dik duruşuyla, din ve adâlet, ahlâk ve faziletin müdafaası uğrunda mücâdelesiyle dur-durak bilmeden çırpınan Firki, dünya nimetlerinden nasiplenmeyi bir tarafa bırakmış, hatta idealleri uğruna hastalık ve ölümün karşısında dimdik durmuştur. O, önüne çıkan/konan engelleri samimiyeti ile aşmayı hep başarmıştır. Ancak takdir-i İlâhî gereğiverem hastalığını ve hayatın en büyük gerçeği ölümü aşamamıştır. Ve 23 Haziran 1941 – Pazartesi günü hayatının en verimli çağında aradığı ve savunduğu Hakk’a yürüyerek Sofya Merkez Mezarlığının Türk parseline Sultan V. Murad’ın kızı Fatıma Sultan’ın kabrinin yakınlarına defnedilmiştir. Ne yazık ki, insanlık ve tarih düşmanı Bulgar komünistleri Mehmed Fikri’nin mezartaşını yok ederek onun ve onun şahsında Türklüğün izlerini silmeye teşebbüs etmekten çekinmemişlerdir.
Ardında gözyaşları içinde boğulan mühtedi rahibe, hanımı Fikriye’yi, henüz baba demeye başlayan Saliha adlı kızını, bağrı yanık ana ve babasını ve binlerce okuyucusunu, vaazlarında hitap ettiği dinleyicilerini ve sevenlerini bırakarak peşinde koştuğu adalet ve saadet dünyasına göç eden Fikri’nin vefatı münasebetiyle bir dostunun yazdığı gibi, “O, hak ve hakîkat, ahlâk ve fazîlet uğrunda amansız bir mücadele vererek şehit düş”müştür.
Üsküplü Âlim ve Şair Abdülfettâh Abdurraûf’un yazdığı 44 kıtalık mersiyeden birkaç dörtlük:
MEHMED FİKRİ İÇİN MERSİYE
O bir bülbüldü güzâr kemâle,
O bir murg-ı hakâikti nakm-sâz
Fakat ermiş bugün hayfâ zevâle
Fakat ölmüş esef Fikrî-i mümtâz
…
O bir vâiz o bir şâirdi müdhiş
Kırılmış mı o muğlak hâme-i hak
İlâhî kaldı öksüz fikr ü dâniş
Kapanmış mı o kân-ı feyz-i mutlak
…
Evet bir zerre-i ummân-ı haktı
Fakat Fikri de oldu işte nâbûd
Edîbdi medh ü tebcîle ahakdı
Fakat öldü ne çâre hükm-i Ma‘bûd
Evet nâdir gelir dehre bu dâhî
Yetişmez böyle müstesnâ hünerdir
Fakat gitti bu bir emr-i İlâhî
Fakat battı o hûrşîd-i münevver
…
Tarîk-ı hak ve îmânı açardı
Sünûhâtıyla pertevler saçardı
Önünde olsa da bir ordu bî-dîn
Çıkınca kahramân Fikri kaçardı
Çelik mantık onun zâten şiârı
Şuûru şiiri sâdık yâr-ı gârı
Güzel üslûb bülend tasvîr ve inşâ
Esîr-i hâme-i hikmet nessârı